Dünyanın sessizliğe bürünmesinin ardından tam bir yıl geçti. Her sabah olduğu gibi bilgisayarımdan geçen senenin sabah haberlerini izliyorum. Son kalan kahvemi de bitirdim. Sanırım şimdilik suyla idare etsem iyi olacak. Ama acilen gezmediğim evleri tespit edip kahve aramam lazım yoksa bu baş ağrısı beni çıldırtacak. Çok komik. O kadar yıl şehrin gürültüsünden şikayet edip şimdi tam da sessizliğe kavuşmuşken zihnimin kendi gürültüsünü susturmaya çalışmak. Sanırım Tanrı üzerimdeki etkisini hala hissettirmeye çalışıyor. Elinde kalan sadece ben olunca kaderime yoğunlaşması kolay tabi. Milyarlarca insan varken O’ndan saklanması zor değildi ama şimdi hep kafamın içinde ve tek oyuncağınada iyi davranmadığını söylemek yanlış olmaz. Kim bilir belkide benden başkaları da vardır.
Hem neden tüm insanlığın sonunu getirip beni bıraksın ki dünyada. Sonuçta benim onca insan arasında önemli olduğumu gösteren bir peygamber soyum yok. Ya da dünyada tek başıma kalmayı hakkedecek bir günah işlediğimi, işleyebileceğimi sanmıyorum. Ne o kadar zengindim ne de o kadar akıllı. Evet evet muhtemelen benden başkaları da var ve onlar da benim gibi yalnız yaşamaya alıştığından karşılaşamıyoruz. Öyle olmasını o kadar çok isterdim ki. Belki de istemezdim şuan emin değilim. Hani bir söz vardı: “Mikroskop, insana ne kadar değerli olduğunu gösterdi; teleskop ise ne kadar değersiz.” Kalabalık da insana ne kadar değersiz olduğunu gösterdi. Yalnızlık ise değerli. Eğer inançlarımı dinleseydim hala bir amacımın olduğunu düşünüp yaşamak için savaşmaya devam eder ve mutlu olurdum. Ama yavaş yavaş inançlarımı yitiriyorum. Yine de intihar edip yaşamıma son vermem çünkü korkağın biriyim. Belki de beni bunun için seçmiştir kim bilir. Yaşamın devam etmesini sağlayacak güç bu korkudur. Benim yerimde canından vazgeçebilecek cesur biri olsaydı O’nun tüm oyunları bozulurdu. Hala inancın kölesiyim. Hala yaşamak için bir neden arıyorum şaka gibi. Neyse fazla zorlamama gerek yok. Nasılsa canıma kıymayı aklımın ucundan bile geçirecek yeterlikte cesarete sahip değilim. Kahvaltımı ve günlük dozda felsefemi de yaptığıma göre işe koyulsam fena olmaz.
Derin bir nefes. Güneşin tenime değdiği ilk an. Her sabah böyle sessiz bir güne başlamak gibisi yok. Yolların kenarları yeşermiş. Doğa kendini toparlamaya başlamış sanırım. Bomboş sokaklar. 3016 sokakta kalmıştım. Bakılması gereken 40 ev var ve iyi bir gün geçirirsem hiçbirinde çürümüş ceset görmeden alışverişimi tamamlarım. Alışveriş mi? Ağız alışkanlığı işte. Şuan yaptığım sadece alış. Verdiğim tek şey hayatta kalma çabam. Pek de değersiz sayılmaz ama dimi? Gezdiğim sokaklara mankenler mi yerleştirsem acaba? Will Smith’in yaptığı gibi. Tanrı sağolsun en azından savaşmam gereken zombiler yok. Bu da bir hediye sayılır. Sana şükretmek için ne çok nedenim var Tanrım. Peh. Kendini kandırırsın ancak. Benim gibi hayatta kalanlarla karşılaşırsam belki dualarımı senden esirgemem. Freud’un id’ine geri dönmeden önce temel ihtiyaçlarımı karşılamam lazım. İnsan olduğumu unutmaya başlamaktan korkuyorum. Bir psikoloji teorisine göre insanlar onlara seslenen biri olmadığında isimlerini unutabiliyorlarmış. Ya doğruysa. Çokta önemli bir ismim yok aslında ama yinede eski dünyadan bana kalan tek şey o. Sadece bana ait olan. Benim olan. Eskiden düşünürdüm benim ismimde kaç kişi vardır dünyada diye. Ama artık biliyorum sadece ben varım. Ve ismim eskisinden daha değerli. Onu unutmamam lazım. 18B. Virüsün hala yaşıyor olma ihtimaline karşı eldivenlerimle dokunuyorum kapıya. Bir kapıda açık olsun artık uğraştırmayın beni. Kim derdiki hayatta kalan tek insan geçmiş yaşamında hırsız olsun. İroni. Beni bunun için seçmiş olabilir misin? Hani peygamberler saf iyi oldukları için seçilirlermiş. Ben de sırf eski bir hırsız olduğum için seçildim. Neden olmasın? Sanki evde yaşayan insanlar varmış gibi sessizce açıyorum kapıyı. Her şeye rağmen bu işinde bir raconu var ve ben bunu sürdürmeye kararlıyım. Ya da kendimi normal hissetmeye çalışıyorum. Deliriyor muyum acaba? Sanki delirsem bana bu tanıyı koyabilecek biri varmış gibi. Deli, toplumdan sapmış olan insan. Toplum olmadığına göre ben ne yapsam normal olurum. O halde yaşasın haklı deliliğim. Bir hırsızın bu kadar çok felsefe yapıyor olması normal mi? Lisede de sevmezdim felsefe dersini. Hatta bi keresinde hocama boş kağıt vermiştim sırf gıcıklığına. O da bari adını yazsaydın deyip disipline şutlamıştı beni. Bunu üniversitede yapanlar 100 alıyordu efsanelere göre. Sanırım bizim hoca benim değerimi anlamamıştı o zamanlar. Neyse ölmüş adamın arkasından konuşmayayım. Ne şanslısın be hoca. Bütün bu yaşananları görmeden kaçıp gittin bu diyarlardan. Diyarlar mı? Edebiyatçım beni andı sanırım. Neyse kurtulalım şimdi bu lise muhabbetinden ve yarın hayatta kalabilmek için yemek arayışımıza devam edelim. Şanslı bir insan olursam kahve bile bulabilirim kim bilir.
18B. Tıktık. Evde kimse yok sanırım. Niyetim rahatsızlık vermek değil. Bir kahvenizi alıp çıkacağım. Şükür ki koku yok. Sanırım hastaneye gidecek kadar şanslı olan ailelerdensiniz. Evinizde tertemiz. Bu kadar korunma çabasıyla siz de öldüyseniz, sanırım adaletten söz etmek mümkün değil. Bakalım herkes açken yemek için kendinize neler stokladınız? Makarna mı? Siz nasıl vizyonsuz insanlarsınız ya? Avrupalılar neler stoklamışlardır kim bilir. Keşke orda kalsaydım hayatta. Sırf sizin bu fakir kafanız yüzünden karşılaştığım manzaraya bak. Ölmüş olsanız bile hakkımı helal etmiyorum size 18B sakinleri. Sakinleri de ilk defa cümlede anlam kazandı. Adamlar hakikaten sakin sakin yatıyorlar bir yerlerde. Heh. Neyse ölünün arkasından fazla konuşmayalım. Nerde kalmıştık. Makarna. İşimize yaramaz. Ömür boyu yetecek kadar topladım. Ağrı kesiciler. İşte bu. En azından kahvenin işini yapabilecek bir yardımcım var artık. Türk kahvesi mi? Hangi devirde yaşıyorsunuz siz? Bir insanın nasıl bir kafası olmalı ki salgın anında bile zevklerine devam edebilsin? Sizi hafife almışım sanırım vizyonsuz derken. Ama hala kızgınım size neyse. Kahve arayan birinin buna şaşırması da ayrı bir ironi. Ama en azından ben hepiniz gittikten sonra başladım zevklerime. Hem sigara da içebilirdim ama içmiyorum. Kendime iyi bakmam lazım. Sonuçta Tanrının bana ihtiyacı var. Heh. Hep düşünmüşümdür. Bütün insanlar aynı anda intihara kalkışsa kıyamet planı yalan olur muydu diye. Ona bile bir önlemi var. Yaşama güdüsü. Çoğalmaya da cinsel arzu. Boşa dememiş Freud, insanların ilkel benlikleri yaşamın devam etme sebebi diye. Ne garip oysa. Bizi hayvandan ayıran tek fark düşüncelerimizken o bile terkediyor açlık durumunda bedeni. Muhtemelen bu sorunu insanlığın başlangıcında onları yemeğe boğarak çözmüştür. Keşke şimdi de beni kahveye boğsan ey Tanrım. Kaliteli olmasına da gerek yok, kedi ya da fil dışkısı olsa da içerim. Sonuçta kahve kahvedir. Hehe. Neyse zamanımı meşgul etme. Daha gezecek bir sokak dolusu evim var.
19A. Kapısı açık ve çürümüş et kokuları burnuma gelmeye başladı. Nane yağımı kullansam iyi olacak zehirlenmeden. Salonda PlayStation var ve bunu kesinlikle almalıyım. Nasılsa artık sizin işinize yaramayacak. Koku yatak odasından geliyor ve bakmamak için kendimi zor tutuyorum. İki gün önce böyle bir anı yaşadım. Salona serilmiş yatakta bir ceset ve onun elini tutmuş yanında yatan başka biri. Tanrım ne acı. Normalde duygusal değilim ama sevgi karşısında benim bile içim titreyebiliyor. Hasta belli ki yatakta olandı. Peki neden yerde ki onun elini bırakıp kendini kurtarmaya çalışmadı ki? Pekala ondan sonra yaşayacak birkaç günü olmuştur. Ölümüne bile bile beklemek nasıl bir motivasyondu? Hani yaşama güdüsü? Kendi tezimi çürüttüm sanırım biraz önce. Aklımızın almadığı duyguları nasıl olurda yaşayabiliyoruz? Yine felsefe. Peh. Neyse odaya bakmasam daha iyi yoksa bir sezon daha felsefeden kurtulamayacağım. Bu ev de bitti. El de olanların özeti: bir PlayStation, biraz ağrı kesici ve bir de mazi sever kahveci ailemizden aldığımız nane likörü. Bu günah sayılmaz sanırım sonuçta vücudun da azıcık alkole ihtiyacı var demişti İbn Sina. Kendi kendimi kandırmayı nasıl da seviyorum. Hiç kızma bu da Senin verdiğin bir yeti sonuçta heh. Eve gidip biraz dinlensem iyi olacak. İki ev gezdim ve yoruldum. Tanrım ben bu tembellikle bir yerlerde insan olsa da bulamam. Ama için rahat olsun çok yaşarım. Ne de olsa hiç yorulmuyorum. Güneş ışınlarından faydalanarak çatımda çay içip müzik dinlesem iyi olacak. Bir sene geçmesine rağmen hala elektriğin olması büyük şans. Ama yine de tedbirimi alıp kendi elektriğimi üretecek bir sistem kursam fena olmaz. Heh. Kimi kandırıyorum ki. İşim olmaz. O çabayı sarf edeceğime hobilerimden vazgeçerim daha iyi. Tanrım neden benim gibi bir tembeli seçtin son için? Ben Sokrates değilim ki. Olsa olsa sofist olurum. Sırf yaşamak için kendi düzenini kuran ve her şeyi feda edebilecek bir sofist.
devamı gelecek…
1 Yorum
Ne zamandır devamını bekliyorum